Üzülmedin mi Fatih Hocam!.
Bana değil, kendine söyle Fatih Hocam, şimdi üzülmedin mi, takımı bu kadar korkak oynattığına.. Şimdi üzülmedin mi, hem Brugge'de, hem de İstanbul'da sahaya "Beraberliğe razı" kafayla çıktığına..O rezil, o utanç verici "Yenemiyorsan yenilme" deyişine uymana üzülmedin mi?.
Daha sahaya çıkmadan "Yenemem" deyip, "Yenilmeme 11'leri seçip, "Yenilmeme taktikleri" ile oynattığına üzülmedin mi, şimdi?.
Bana değil, halka da değil, kendine ver bu sorunun yanıtını..
Kendi vicdanına..
Brugge'de Brugge'yi, İstanbul'da bütün ağır topları tribünde nerdeyse Paris Saint Germain B takımını yenebilir ve bugün 6 puanla gurup lideri biz olurduk.
Üzülmedin mi?.
Korkaklık, bir 45 dakikayı ziyan etmene sebep oldu Hocam. O ilk yarıda senin oynattığın futbol yüzünden PSG kalesinde ben de olabilirdim.
80 yaşındaki Hıncal.. Çocukken mahalle maçlarında, top benim diye mecburen takıma alır ve hep kaleye koyarlardı, en kötü oyuncu olduğum için. Yani kaleci deneyimim var.
Oynar, oturur puromu da yakardım.
Çünkü ev sahibi Galatasaray, kendi seyircisi önünde, kendi sahasında ilk 45 dakika boyunca, bir tek bir şut attı, onu da avuta.. Kaleci olmasa da olur, yani.
3-5-2 falan değil, bu PSG'nin B takımı önünde 5-4-1 oynattın takıma.. Hatta 5-4.5- Yarım!.
Yani "Çanakkale geçilmez, ama gitmeyi de düşünmez" taktiği..
Galatasaray bir türlü gol atamayınca, kabahati kendinde değil, rakipte bulursun hep..
"Efendim o kadar kapanıyorlar ki.." Şimdi adamların golünü anlatayım sana hocam.. Taçtan geldi gol.. Tacı attılar.
8 pas. Sonra İcardi topu boş kaleye bıraktı.
Taçtan adamlar kimsenin müdahale etmesine, araya girmesine izin vermeden 8 pasla boş kaleye girdiler..
Gol anını dondurdum ekranda.. Tam 10 Galatasaraylı vardı bu 8 pasın 8'ini de seyreden.
Çünkü adamlar taçtan kaleye nasıl bir hızla, nasıl kaçarak, nasıl kaçanın önüne mekik düzeni ile paslar atarak geldiler, inanılır gibi değil..
Otur, o yediğimiz golü yedi defa izle.. Sonra düşün bakalım, senin takımın bu kadar hızlı oynuyor, bu kadar hızlı kaçıyor, bu kadar hızlı kaçanın önüne, bu kadar hızlı pas atıyor mu?.
Kaç tane "Hızlı" yazdım Hocam?.
Bin tane.. Kafana yazılsın diye..
PSG' nin bizden tek farkı, "Hızı" idi Hocam.. Hızı.. Yoksa o takımdan alıp, bize koyacağın tek kişi yoktu..
Hücumu 1-0 yenik duruma düşünce, mecburen düşündün ve o andan sonra PSG'nin ne kadar zayıf takım olduğunu da gördün. Herkes gördü..
Ama hücum etmeyi de bilemedin. Çünkü Galatasaray'ı bilmiyor, tanımıyorsun.. Çünkü kafanda öfkeler, nefretler ve sevgiler, sempatiler var. Takımı duygularınla seçiyorsun. Beyninle değil.
Ömer Bayram, Falcao'nun istediği topları en iyi kesecek adam.. Türk olduğu için ilk 11'inde olamaz. Ağzı ile kuş tutsa olamaz.
Mecbur kalırsan oyuna giriyor Türk çocukları çünkü.
Ömer'i nerde nasıl oynatacağını da bileceksin ama, hocam!. Korner çizgisine kadar inip yaptığı gol ortaları için, kanatta en az ikili, hatta üçlü oyuna ihtiyacı var. PSG gibi verkaç oyunu yani. Bunu önünde oynadığı sol bek ve arkasında oynadığı sol açıkla harika yapıyor Ömer..
İkili, üçlü ataklarla rakip savunmanın sağ kanadını çökertiyorlar.
Sen ne zaman soktun Ömer'i..
Nagotama ve Babel'i çıkardıktan sonra.. Kimle ikili oynayacak da kornerden kesecek Ömer?.
Bunu ben biliyorum da sen neden bilmiyorsun peki, Hocam?.
Suratında görüşünün yarısını engelleyen çenesi kırık Belhanda'yı niçin ve nasıl oynattığını hele bir izah etsene kamuoyuna.. Ne yaptı Belhanda oyunda kaldığı sürece, takımı 10 kişi oynatmak dışında.. Bir sen görmedin.
Asla görmezsin. Çünkü kuzguna yavrusu kartal görünür. Çünkü Belhanda senin manevi evladın. Hep iyi yanları aklında. Verdiği zarara gözlerin kapalı Hocam.
Birlikte bir Belhanda maçı izleyeyim de gözüne sokayım, ister misin?.
Özetle.. Maddi, manevi yığınla hatan yüzünden Galatasaray bugün lider değil, tek puanla sonuncu.
Aklını başına devşir hocam artık.. Öyle, çocukları bile güldüren "İyi oynadık" lafları falan da etme..
Otur, bu sıradan takımı niye yenemediğini düşün.. Düşün de, ondan da kötü Real Madrid'e karşı "Yenemiyorsan yenilme" korkaklığı ile değil, "Yenemiyorsan yen" yüreği ile oyna Hocam..
Eski günlerdeki gibi!.
*
Bir lafım da seyirciye.. Topu ayağına her aldığında rakibi ıslıklamayı marifet sananlar size söylüyorum..
Peki Galatasaray'ı coşturma, kendi takımınızı teşvik, itme nerde?.
Islıklar kulaklarımızı tırmalıyor ama, Galatasaray'ı iten seyirci gücü sıfır..
"Ben mi duymuyorum" dedim, benimle izleyen 20 kişiye.. Duyan yok..
Yahu dakika 80'ler. PSG kapanmış..
Bastıran, yüklenen biziz.. Nedir o top bizdeyken nerdeyse ölüm sessizliği..
Hani o "Haydi, cim bom haydi cim bom haydi.. Tam zamanı, tam zamanı şimdi" tezahüratları.. Niye ayakta haykırmıyor herkes?
Nerde o arabesk sloganlar yüzünden unuttuğunuz, bu ülkede "Galatasaray Farkı" yaratan "Re re re!.. Ra ra ra" lar?.
Hayır!.
Bu seyirci de "Ali Sami Yen Seyircisi" değil artık!.
Islıktan, yuhalamaktan, sövmekten zevk alan ve kendilerini tatmin edenler onlar!.
***
Saray ve Külliye!.
Dün, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın, ilk defa Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda verdiği konseri, müthiş bir keyif ve heyecanla yazmıştım.
Sabah gazetemi aldım. Okurken baktım, bütün "Saray" sözcükleri "Külliye" olarak değiştirilmiş..
Ben "Saray" sözcüğünün nasıl Başkanı ve iktidarı karalamak için yıpratıldığını iyi biliyorum. Bildiğim için de bu karalamalara yenilmek değil, inadına üstüne gitmek için "Saray" sözcüğünü kullanıyorum, bu bir.
İkincisi.. Macron, Türk Başkanı Elysee Sarayı'nda, Trump Beyaz Saray'da ağırlarken, ben niye "Saray" sözünden utanayım ki?. Hem ülkem, dünyanın en güzel saraylarına sahip Türkiye.. Hem ben "Pembe İncili Kaftan"ları okuyarak büyümüş bir neslin çocuğuyum.
Karnımız aç olabilir, ama mesele bu ülkeyi temsil etmek olunca, Pembe İncili Kaftan'la gideriz, alemin şahlarına, krallarına.. Saraylarda da ağırlarız.
"Külliye kullanılabilir" diyen Başkan Erdoğan..
Dikkat buyurun.. "Kullanılabilir" dedi.
"Kullanılsın" değil.. Ben kullanmıyorum.
Niyesini de anlattım..
Kötü niyetlilere yenilmem, bir.. Saray'dan utanmam, gurur duyarım, iki..
İşin bir de "Dil" yanı var.
Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğünü açın.
"Külliye" Maddesi aynen..
1. isim. Belli bir idari, ekonomik, kültürel ve sosyal amaca yönelik çeşitli kuruluşların toplu bir biçimde bulunduğu yer.
2. isim Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane vb. yapıların bütünü.
TDK sözcüğün Arapça "Kulliye"den geldiğini de yazıyor.
Arap ve Osmanlı hep bu ikinci anlamıyla kullandı.
Yani cami ve etrafında, halka hizmet için kurulmuş, genelde hayrat amaçlı tesislere "Kulliye/ Külliye" dediler.. Birinci anlam halk arasında yerleşmedi.
Burası da önemli.. Dili "Halk" benimser ve sözcüğü halk yaratır. Kurumlar ve kişiler teklif ederler. Halk seçer.
Hep ayni örneği veririm.
Yargıtay, Sayıştay, Danıştay, Kamutay Türk Dil Kurumu'nun ayni tarihte Temyiz Mahkemesi, Divanı Muhasebat, Şurayı Devlet ve Büyük Millet Meclisi yerine önerdiği sözcüklerdi.
Bugün Kamutay diyen var mı?. Çünkü Halk, Meclis'i kullanmaya devam etti, Yargıtay, Sayıştay ve Danıştay'ı aynen ve hemen benimseyip, alırken.
Cumhurbaşkanlığı Makamı tesislerinin de Saray mı, Külliye mi olduğuna, Halk ve zaman karar verecek.
Ben "Saray"ı, ülkemi temsil eden Başkanlık Makamına fevkalade yakıştırarak ve gururla kullanmaya devam edeceğim.
Amerika ve Fransa Başkanı Saray'da oturuyorsa, benim Başkanım, niye oturmasın, söyler misiniz?.
***
Enerji!.
Dün sabah asansöre girdiğimde iki delikanlı vardı, gözlerimin içine gülerek bakan.. Biri "Ne kadar enerjiksiniz" dedi. "Haliniz bize de enerji veriyor.." Enerji öyledir zaten. Sizde varsa bulaştırırsınız.
Tersi de geçerlidir. Ne kadar enerjik olursanız olun, asansöre girdiğinizde mesela, sizden "Allahın selamı"nı bile esirgeyen, sizden başka her yere bakan, gülümsemek ne kelime, inadına somurtuk bir suratla duranlar da bütün enerjinizi sıfırlar..
Durmadan yazıyorum.. İlerleme var..
Gülümseyen, "Merhaba, Günaydın, İyi çalışmalar" dileyenlerin sayısı artıyor ama dedim ya "Allahın selamı"nı bile almayan ve vermeyen somurtuklar hâlâ çok..
Neyse.. Asıl amacım, dünkü enerji sebebimi anlatmak..
Yol boyu sevgili Dostum İstanbul Devlet Senfoni (İDSO) üyesi Bülent Evcil'in bize maç izlemeye gelirken getirdiği CD, enerji kaynağım..
İDSO, kemancı James Buswell eşliğinde Ulvi Cemal Erkin'in İki Numaralı Senfonisi'ni çalmış.
Gelirken ilk bölümleri dinleyebildim ancak ki içlerinde, benim en sevdiğim klasik parçalardan biri, Köçekçe var..
Nasıl coşkuyla çalmış İDSO..
Tamamen çok sesli müzik kuralları içinde işlenmiş, tek sesli Türk Müziği taşıyan bir senfoni bu.. Sadece Anadolu'yu adım adım dolaşan halk türkülerimiz değil, eşlik edecek kemancıya bir de "Taksim" koymuş, hatta Erkin.. Adeta alaturka kemancılar gibi taksim yapmış, Buswell de..
Gel de coşma.. Gel de içinden enerji dolup taşmasın..
Bu CD'yi alın. Bol bol dinleyin ve de..
.. ve de özellikle yabancı dostlarınıza hediye edin!.
***
Giden İyi İnsanlar!.
İyi insan.. İyi dost.. İyi sanatçı Tarık Ünlüoğlu da gitti. Hem de ne genç yaşta!. 62!. Çok az bir arada olduk, ama o kısa zaman bile yetti, onun değerini anlamama.
Işıklar içinde yat, Sevgili Kardeşim..
Dost insan!. Herkesin dostu Tarık!.
Bir türlü yazamadım.. Galatasaray'da İkinci Başkanlık yaparken tanıdığım Selçuk Uygur da gitti.
İlk zamanlar, o yönetimde, ben eleştiride olduğum için biraz şeker renkti aramız..
Sonra çok iyi dost olduk. Çok güzel işler yaptı, özel yaşamında. Gittim, gördüm, yazdım köşemde..
Uzun zamandır haberleşemiyorduk.
Hayat gailesi, araya giren mesafeler.. Ne varki dostluklar, gönüllerde yaşamaya devam ediyor.
*
1998 Dünya Kupası Final maçı Paris'te.. Türk Gazetecilerine 3-4 kontenjan ayırmışlar. Kurada bana çıkmadı.
Şenez Başkan (Erzik) o zaman FIFA Yönetim Kurulu üyesi. Bana bir bilet verdi. Kaptım koştum stada. Meğer Şeref Tribünü'ndeymiş yerim. Oturdum üçüncü sıradaki koltuğuma.. Sağım, solum baştan başa kadınlar.. Meğer, FIFA üyelerinin eşlerine ayrılmış o sıra.. Şenez Başkan, eşi son anda Türkiye'den gelemeyince, onun yerini bana vermiş iyi mi?.
Ön sırada devlet başkanları.. İkinci sırada FIFA üyeleri.. Üçte de biz.. En önde, en ortada oturanı uzun boyu ile tanıyorum.. Fransa Cumhurbaşkanı..
Devre arası oldu. Fransız Başkan kalktı, içeriye gitti. Ben de gittim. Karnım aç, büfeden bir şeyler alacağım.. Sıra var.. Girdim sıraya.. Önümde 8-10 kişi bekliyor. Üç önümde de, o uzun boyu ile hemen tanıdığım adam.
Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac!.
Şeref Tribünü gişesinde sıraya giren aldığı içkiyle gidip ilerdeki bir sandalyeye oturan adam, Fransa'nın Başkanı..
O anda sevdim, o anda benimsedim Chirac'ı işte.. Işıklar içinde yatsın!.
***
Tebessüm
Eski sevgilinizin mektuplarını yakmak iyi bir şeydir.
Amerika'da bir kadın eski sevgilisinin mektuplarını yakarken evinde yangın çıkardı.
"Eeee!.. Bu iyi bir şey mi" demeyin hemen.
Yeni sevgilisi, İtfaiyeci!.
(Üstelik bu olay, gerçek!. Uydurulmuş şaka değil!.)
***
Sevdiğim Laflar
"Sevinç kapısının anahtarı sabırdır."
W. Jacobs