Topun kendi kendine ağlara gideceğini zannederek maça başladı Fenerbahçe. Rakibi de, kendi takımını da doğru analiz edemeyen, sahaya bir teknik adamın değil taraftarın istediği on biri çıkartan kulübe yöneticisi de cabasıydı elbette. Van Persie'nin kalitesinden attığı golün peşine, Volkan Demirel'in penaltıyı kurtarması eklenince, ilk 45 hediye gibi bitti. Bekledik hamlenin ne olacağını... Nani dışında ekstra sorumluluk alan oyuncu yoktu sahada. Kalecisi, santrforlarından daha fazla topla buluşmuşsa, o takım orta sahasız oynuyor demektir. Pereira'nın hamlesi Alper ile oldu. Takım direncini arttırmak adına akıl koydu sahaya. Bu artı puan... Ama oyunu değiştirecek ikinci isim bir türlü çıkmıyordu. Geçen maçların "isteyen" adamı Diego, bu kez yerinde sayıyordu. Fernandao etkisiz görüldü ama topla buluşma sayısına baktığınızda, bunun için yeterli şansı da olamadı. Fenerbahçe önemli oyuncularla, kadro kalitesini arttırsa da, oyun aklı konusunda şiddetli bir akıl depresyonunda. "Acemi" ne yapacağını bilemiyor. Geçmişten farklı olmak adına sistem değişikliğine gidiyor ama, vaat ettiklerini gerçekleştirecek doğrulara ulaşamadı. Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Shaktar maçları gerçekler konusunda dersler veremedi. Bunu belki de Rizespor yaptı. Kibirden uzaklaşıp, rakibin gücünü, istediğini ve mücadele arzusunu küçümsemeden, "akıllı" on birler yapması gerekiyor Pereira'nın. Yine de, Fenerbahçe hücumda çok iyi olsa, yukarıda eleştirdiğimiz nedenlerle savunmasında zaaflara uğrasa, "bir yere kadar" deriz. Dün bu da yoktu. Tek kazanç Nani'nin artık liderlik hükmüne ismini yazmasıdır. Daha yolun başındayken, en çabuk iyileşme modeli; "acemi"nin fişinin çekilip, tekrar takılmasıdır. Türk usulü iyileştirme metodudur bu. En umutsuz durumlarda, bir bakmışsınız; görüntü pırıl pırıl olmuş.